Tüm zamanların en iyi 15 korku filmi

Listemizin 15. sırasında 1998 yapımı Ringu var. Bu film ülkemizde çok meşhur olmadı. Fakat film 2017 yılında Hollywood tarafından keşfedilip Rings adıyla Amerikan zevkine göre tekrardan çekilince asıl ününe kavuştu. Filmin yönetmeni Hideo Nakata, senaristi ise Hiroshi Takahashi. Senaryo aslen Japonya’nın Stephen King’i’ olarak nitelendirilen ünlü Japon yazar Koji Suzuki’nin bir romanından uyarlama.

90’ların ortasında kaybolmaya yüz tutmuş bir türü yeniden canlandıran Ringu’nun senaristi Hiroshi Takahashi. Film şiddet ve kan yerine akıldan çıkmayan görüntülere güvenerek korkuyu yeni yollarla harekete geçirmeyi amaçlayan sıra dışı bir yapım. Warner Wolf’tan alıntı yaparak söyleyelim: “Hadi takın şu video kaseti!”

14. sırada 1972 yapımı Deliverance filmi bizleri selamlıyor. 1970’lerden ya da başka herhangi bir dönemden beri çok az korku filmi izleyicileri yönetmen John Boorman’ın cehennemin derinliklerine yaptığı Güney kano gezisi kadar şoka uğratmıştır. Filmin bütçesi o kadar düşüktü ki Burt Reynolds ve diğer oyuncular aktör kullanmadı ve çekimin sonunda onları ciddi şekilde hırpaladılar.

Filmin iki önemli sekansı var Bunlardan ilki uzun ve grafiksel ustalık taşıyan bir erkeğin uğradığı tecavüz sahnesi ve akıldan çıkmayan melodisi insanın hafızasına kazınmış bir “Düello Banjos” sahnesi. Bu kadar spoiler yeter, merak ettiyseniz devamı size kalmış.

13. sırada ülkemizde de gişeleri patlatan 2007 yapımı Paranormal Activity bulunuyor. Oren Peli’nin mikro bütçeli uluslararası gişe başarısı eseri, izleyicileri korkutmaya çalışan ilk film değil. Ancak korku filmlerini dijital çağa göre akıllıca güncelleyen ilklerden biri.

Banliyödeki bir yatak odasına yerleştirilmiş bir video kamerasının basit kullanımına dayanan film, genç bir çiftin doğaüstü güçlerin elinde yavaş yavaş çözülmesini tasvir ederek, görünüşte sıradan olandan ilkel korkuyu kışkırtmaya doğru harika bir seyir vaat ediyor.

1988 yapımı The Vanishing listemizin 12. sırasında kendisine yer bulunuyor. George Sluizer’ın son derece özgün filmi, sürekli sorduğu ve hiçbir zaman cevaplayamadığı sorular kadar rahatsız edici, gerçeğin şok edici bir şekilde anlatıldığı bir finale sahip.Hikaye yeterince büyüleyici bir şekilde, genç Hollandalı bir çiftin Fransa’da tatile çıkmasıyla başlıyor. Ama sonra kızları bir benzin istasyonunda ortadan kayboluyor ve erkek arkadaşı da olan biten konusunda en az seyirciler kadar şaşkın durumda kalıyor. Film giderek umutsuz ve rahatsız edici bir hal alırken, kızın aranması yıllar sürüyor.

11. sırada yer verdiğimiz Psycho, çağımızın seyircileri için korkutucu görünmeyebilir, ancak Alfred Hitchcock’un çığır açan filmi, 1960 yılında gösterime girdiğinde izleyicileri kesinlikle dehşete düşürdü. Film, Master of Suspense şirketinin en karlı işi oldu.

Seyircilere o dönem korkudan çığlık attıran sahneleriyle Psycho, maksimum etkiye sahip, sanatsal, düşük bütçeli korku filmlerinin en önemli yapı taşı olarak kabul ediliyor.

1968 yılında vizyona girmesiyle gişeleri kasıp kavuran Rosemary’s Baby adlı film listemizin 10. sırasında yer alıyor. Roman Polanski’nin yönetmen koltuğunda, o zamanların en çok seyredilen pembe dizisi Peyton Place’in yıldızı Mia Farrow’un ise başrolde destan yazdığı film her sinema severin en az bir kere izlemesi gereken başyapıtlardan.

Hem Şeytani anlayışın korkutucu bir hikayesi hem evliliğin ve de toplumun bir kadına anne olma konusunda uyguladığı baskıya sinir bozucu bir bakış atan film, dönemin hamilelik çılgınlığına doğru yavaş yavaş ilerleyen inişi ana karakterin çektiği psikolojik olaylar etrafında seyirciye aktarıyor.

9. sırada 2008’de vizyona giren The Strangers bulunuyor. Ev istilası olarak da bilinen korku türünün ilk olarak Shadow of a Doubt ve orijinal Cape Fear gibi filmlerde keşfedildiği kaul edilir ve Audrey Hepburn’ün başrol oynadığı Wait Until Dark ve Wes Craven’in The Last House on the Left filmiyle korku filmi kategorisinde yerini sağlamlaştırdığı söylenir.İşte bu türün bugüne kadarki en başarılı örneklerden biri, Bryan Bertino’nun ilk uzun metrajlı filmi olan The Strangers… Film genç bir çiftin, sorunlarını çözmek için izole bir kır evine çekilmesini, ancak üç gizemli yabancı tarafından defalarca taciz edilmesini konu alıyor.

Don’t Look Now filmi listemizin 8. sırasında bulunuyor. Usta yönetmen Nicholas Roeg’in 1973 yapımı esrarengiz gerilim filmi, ebeveynlerin acısını konu alan son derece rahatsız edici bir çalışma. Film, Venedik’te dolaşırken ölü kızlarının peşini bırakmayan bir karı kocayı konu alıyor. Belki de korkularından çok müstehcen sahnesiyle ünlü olan film yine de atlamalar, geri dönüşler ve diğer üslup araçlarını rahatsız edici şekillerde kullanıyor ve kırmızı paltolu küçük bir kızın unutulmaz görüntüsüyle korkulu anlar yaşatıyor.

En korkunç 15 filmi derlemeye çalıştığımız listemizin 7. sırasında bulunan 1978 yapımı Halloween filmini bilmiyorsanız bile film müziğini kesinlikle duymuşsunuzdur. Yönetmen tarafından bestelenen uğursuz piyano müziği, John Carpenter’ın bu filmini piyasaya sürülmesinden neredeyse kırk yıl sonra gerçek bir klasik haline getiren ve 70 milyon dolar gibi muazzam bir hasılat elde eden birçok unsurun belki de en önemlisi.

Filmin başından sonuna kadar pek çok sarsıcı an olsa da banliyö sokaklarında dolaşan sadist bir katilin görüntüsünün verildiği anlar unutulmayacak türden.

Lisetmizin 6. sırasında bulunan Salo, or the 120 Days of Sodom filmi, ilk defa 1975’te vizyona girdi. Büyük İtalyan şair ve yönetmen Pier Paolo Pasolini’nin 53 yaşında öldürülmeden hemen önce tamamlanan son filmi tam bir baş yapıt.

Marquis de Sade’ın 18. yüzyıldan kalma işkence ve cinsel şiddet romanını İkinci Dünya Savaşı İtalya’sına uyarlayan Salo, zarif, düşündürücü ve inanılmaz derecede acımasız, izleyiciyi kabul edilebilir sınırların ucuna kadar iten bir film.

Stanley Kubrick’in Stephen King’in 1977 tarihli romanından uyarladığı 1980 yapımı The Shining filmi listemizde 5. sırada yer alıyor. Bu uyarlama, -birkaç tane olmasına rağmen- şok korkularından ziyade sürekli bir psikolojik korku atmosferi yaratmayı amaçlıyor.

Korku tarihinin en unutulmaz görüntülerinden bazılarını bir araya getiren film, türünün estetik açıdan zirve noktalarından biri olmaya devam ediyor.

4. sırada yer verdiğimiz The Exorcist, 1973’te vizyona girdiği andan itibaren sansasyon yaratmayı başardı. Filmin en korkutucu yanı, 12 yaşındaki bir kızın şeytanın elinde, zihinsel ve fiziksel çöküşünü acımasızca tasvir etmesi ve annesinin çaresizce onun yanında durup izlemesi.

William Friedkin’in sinir bozucu yönetmenliğinin yanı sıra, Owen Roizman’ın sis dolu görüntüleri ve Mike Oldfield’ın elektro teması, bunu unutulmaz bir izleme deneyimine dönüştürmede büyük rol oynuyor.

3. sırada 1999 yapımı The Blair Witch Project yer alıyor. Maryland’in taşra bölgesinde cadı olduğu iddia edilen bir fenomeni belgelemeye çalışan bir grup film öğrencisini takip etmek için sahte bulunmuş görüntüleri ustaca kullanan bu büyük bağımsız korku filminden çok az izleyici korkmadı.

Türün temel kurallarından biri olan “ne kadar az gösterirsen o kadar korkutucu yaparsın” ilkesini kullanan yönetmenler Daniel Myrick ve Eduardo Sanchez, yüzlerce yönetmene ilham kaynağı oldu. Ancak hiçbiri bu kadar korku dolu bir filmi bir araya getiremedi.

Listemizin 2. sırasında 1974 tapımı The Texas Chain Saw Massacre yer alıyor. Korku türünün en kanlı örneği olarak kabul edilen film, Tobe Hooper’ın bir grup üniversite arkadaşının kendilerini psikopat yamyamlardan oluşan bir klan tarafından av olarak bulduğu Teksas’ın derinliklerine yaptığı şiddetli akınla başlıyor.

Klasik atlama korkularından veya ses efektlerinden çok, et yiyen bir ailenin ve onların elektrikli aletler koleksiyonunun şok edici görüntüsüne dayanan film, sizi her izlemeden sonra hırpalanmış, morarmış ve biraz mide bulandırıcı bir görüntü ile baş başa bırakıyor.

1997 yapımı Funny Games nadiren bir korku filmi olarak sınıflandırılsa da biz onu türün en başarılı örneği olarak 1. sırada gösterme taraftarıyız. Haneye tecavüzü konu edinen film, travmatik olmasa da şimdiye kadar yapılmış en korkunç filmlerden biri olmaya devam ediyor.

Görünüşte tatilde bir aileyi terörize eden iki genç psikopatın hikayesi olan film, yönetmen Michael Haneke’nin her fırsatta beklentileri boşa çıkarması ve bizi sonuçlarına katlanmaya zorlamasıyla izleyiciye korku getirmenin nasıl saf bir sinematik manipülasyon meselesi olduğunu başarıyla gösteriyor. Filmi izledikten sonra komşunuz yumurta ödünç almak istediğinde kapınızı açarken bir kaç kez daha düşüneceksiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

x